Emel Başarık “6 Numara”

17/01/2023 - 07/02/2023

Galeri / Miz

Emel Başarık’ın Resimleri Üzerine

Emre Zeytinoğlu

Her sanat yapıtı bir kadraj saptama işidir. Sınırları ve boyutları ne olursa olsun önünde sonunda her biri, bir bakış açısının kapsadığı alanı sunar. Fakat bu kadraj ille de düzlemin ya da yüzeyin genişliği ile ölçülmez, onun derine doğru da bir hareketi vardır. Örneğin bir tuval resmi her ne kadar bir kare, bir dikdörtgen ya da bazen başka geometrik biçimlerde çerçevelenmiş olsa da algılanacak olan şey, zaman zaman çerçeveyi kırar ve düzlemi dış faktörler ile bağlantıya sokar. Bellekten deneyime, bilgiden sezgiye, duygudan yargıya kadar uzanan pek çok boyut, aynı anda ortak bir dinamiğe ulaşır. Sanatçının gözü, sanki evrende gezinmekte ve kendisine yararlı olacak bir kadraj aramaktadır. Öyle bir yer seçilmeli ve oraya öyle bir noktadan bakılmalıdır ki o kadraja sığabilecek tüm çizgiler, renkler, alanlar, dokular vb. birbirlerini yakalayan koordinatlar içinde, anlatılacak olanın gerçekliğini, yaşanmış deneyimi ve belki daha da ötede hakikati bize gösterebilsin. Zaten bir kompozisyon, bundan başka nasıl tanımlanabilir ki? O halde bir tuval resmi nedir ya da orada neyi seyredebiliriz? Gözümüze hemen ilk çarpanlar, büyük olasılıkla birtakım nesneler, gürler, mekânlar ve bunların arasında geçen olaylar olacaktır, oysa işte onların derinine doğru hareketi, gördüğümüz her şeyi yeniden düzenler, onlara yeniden bir anlam verir ve kompozisyon da böyle sonuçlanır.

Sözgelimi Edvard Munch’un resimleriyle karşılaştığımızda, bunların tekniği hakkında hayli eleştirecek yan bulabiliriz; hatta gürler, mekânlar ve olaylar hiç ilgimizi çekmeyebilir, itici bile gelebilir. Ne var ki o resimler üzerine dikkatimizi yoğunlaştırdığımızda, kompozisyonun gür, mekân ve olay kurgusundan ibaret kalmadığını, onları saran bir atmosferin varlığını da hissederiz. O atmosfer, resimde aktarılmaya çalışılan her durumu egemenliğine alır ve bir kuzey ışığının duygusuna tutsak eder; olup bitenler, hep o ışığın tahakkümüne maruz bırakıldığında ise yerin özerk anlamına yönelir. Sanat tarihinde Munch’un öneminin, bu atmosfer etkisinden kaynaklandığını ve onun kompozisyonlarının bu özellik ile anıldığını vurgulamalıyız. David Hockney ya da Edward Hooper de öyledir. Onlarda da seyredilecek olan, birkaç gürün ve bir mekânın ötesinde, kendi coğrafyalarının ya da kendi toplumlarının atmosferleri değil midir? Genellikle bu resimlerde heyecan verici ya da ilgi çekici hiçbir olay geçmez, ama mekânlara çöken atmosfer, olayın, dolayısıyla kompozisyonun kendisidir.

Daha önce yazdığımız bir tümceye geri dönelim; demiştik ki: Sanatçının gözü, sanki evrende gezinmekte ve kendisine yararlı olacak bir kadraj aramaktadır... Ve o tümceye şunu da ekleyelim: Her kadraj aynı atmosfere sahip değildir; onlardan her birinin bünyesine benzer biçimler, benzer sistemlerle sızmış olsa da bunlar arasında atmosfer farkları mevcuttur. Yani biçimlerin diziliş sistemleri, ışığın ve espasın yarattığı ortamın içinde bir anlama kavuşur ki yine daha önce belirttiğimiz gibi, kompozisyonun tamamlandığı ve anlamın özerkleştiği noktadır burası.

Şimdi sözü Emel Başarık’ın “6 Numara” adlı sergisine getirelim. Sanatçı bu sergisinde, Burgazada’da “6 Numara” olarak bilinen bir plajı ve bir süre orada izlediği kalabalığı resmediyor. Figürler, bir yana yerleşmiş ada mimarisi ile diğer yanda da deniz açıklığının arasına yerleşiyor ve o gürlerin ilişkileri betimleniyor; plaja ait iskeleler, merdivenler, renkli örtüler de sahneyi netleştiriyor. Eski yıllardan bu yana zihinlerde yer etmiş bir İstanbul manzarası bu: Hızla değişen, geleneksel mekânlarını hızla yitiren ve giderek vahşi bir yaşamı dayatan bir kentin, kıyıda köşede kalmış küçük mekânlarını bulup ortaya çıkarma çabası gibi... Boğucu kent manzarasına nostaljik bir plan ekleyip nefes alabilmeyi denemek gibi... Ya da düpedüz, anılara uygun bir kent köşesine sığınmanın hazzı gibi... Elbette izleyicinin de bu resimlere bakıp aynı duygulara kapılması mümkün; nostaljinin cazibesine ortaklık etmemenin pek olanağı yok.

Ama şu kesin: Bu sergiyi yalnızca bu hoş duygularla açıklamak, yani bir mekân nostaljisinin dışına çıkamamak, naifçe bir yaklaşım olur; üstelik bizim de bu resimler hakkında hayli eksik yorumlarla yetindiğimiz anlamına gelir. Sözü fazla dolaştırmadan hemen şunu öne sürelim: Emel Başarık, bir atmosfer ressamıdır; onun işi, ışığı ve espası resmin odağına yerleştirmek ve kompozisyonu da bunun etkisine bırakmaktır. Figürlerin hareketleri, ilişkileri, mekândaki durumları ve bunların olaylar ile bağlantıları, hep o atmosfer içinde bir anlam bulur. Başka türlü bir söyleyişle, ışığın ve espasın kullanılma yöntemi o resimlerden kaldırıldığında, geriye kalacak olan, herhangi bir mekânda birikmiş gür ve nesne kalabalığıdır. Oysa bu gürler ve nesneler, bulundukları kadrajlarda ışık ve espas olanakları ile kendi yerlerini ve tavırlarını belirler, ortamın duygusunu oluşturur. Bunu daha iyi kavrayabilmek için, “6 Numara” sergisinden önceki “Geçerken” sergisini de düşünmemiz gerekiyor.

“Geçerken” sergisi de aynı “6 Numara” gibi ışığın ve espasın sergisiydi aslında... Orada da gürlerin ve nesnelerin bir araya geldiği mekânları görüyorduk. Bunlar bize daha çok toplu taşıma araçlarının içini, metro istasyonlarının koridorlarını ya da kent aralarına sıkışmış geçiş alanlarını gösteriyordu. İnsanların hareketleri ise son derece monoton bir bütünlükten ibaretti; o mekânların yönlendirmesiyle benzer biçimler almış yolcular ve yine onların benzer davranışları... Kentlerin farklı mimari karakterlerini, oralardaki coğra koşullara bağlı doğa manzaralarını ya da gürlerin kültürlerine dair davranış hallerini izleme şansımız yoktu, çünkü o mekânlar tüm büyük kentlere yayılmış yok yerlere aitti. Ve buralar resmedilecekse, o yok yerin de bir karakteri olmalıydı ki bu da seçilmiş kadrajlara yüklenecek bir atmosferin marifetiyle öne çıkabilirdi. Le Corbusier, değişen ve kadim görüntüsünden sıyrılan Paris’i resmetmek için bulvarları, merdivenleri, tarihsel yapıları, kaldırımlarda akordeon çalanları, tartışmaya dalan yazar ve şairleri ya da ünlü pasajları unutmak gerektiğini söylemişti. Ona göre Paris görüntüsü, artık tra kte bekleyen otomobil pencerelerindeki kadrajların atmosferlerinden ibaretti; Paris oralardan seyredilmekteydi. Le Corbusier’nin iddiası, hiç de sanatın gerçekliğinin dışında bir şey sayılmaz; bir yerden bahsetmek, o yerin özel atmosferini kompozisyona yüklemek ve öylece yansıtmaktır. Her gürün, her olayın, her öykünün, her romanın vb. derin anlamını veren şey de odur.

“6 Numara” sergisindeki resimler ise “Geçerken” sergisindeki resimlerden çok ayrı bir atmosfer yansıtırlar. Bilinir ki bir plaj hem doğal, hem kültürel, hem de duygusal bakımdan, bir toplu ulaşım alanının yok yer karakterine benzemez; plajda en azından hâlâ bir denizin ve gökyüzünün açıklığı vardır ve o mekân, zihinlerde hep parlak bir ışıkla belirir. Bu durumda, bir plaj resminin duygusal yönü, ışığın ve espasın kendine özgü tavrına eşdeğerdir. Emel Başarık’ın bu iki sergisi arasında değişikliklerin olduğunu, resimlerdeki tekniğin ve kompozisyon yaklaşımlarının birbirini tutmadığını söyleyenler çıkabilecektir. Ancak onlara şunu bir kez daha anımsatmak gerekir: Emel Başarık, bir atmosfer ressamıdır; onun işi, ışığı ve espası resmin odağına yerleştirmek ve kompozisyonu da bunun etkisine bırakmaktır... O halde bir yerin anlamı, atmosferin resme ne kadar müdahale ettiğine ve bir başka yere göre o kompozisyonu ne kadar farklı yerlere doğru sürüklediğine bağlıdır. “6 Numara” bu yüzden hem bir önceki sergiden farklıdır, hem de büyük olasılıkla bir sonraki sergiden de farklı olacaktır.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.