Seda Boy Beyaz Körlük
Krank Art Gallery
BEYAZ KÖRLÜK
Gözlerimiz belki de hala içinde ruh barındıran tek organımız. Göz ruha, ruh olmayanı, şeylerin mutlu alanını, ve onların tanrısı güneşi açma mucizesini gerçekleştirendir. Peki ya bir salgında olduğu gibi hastadan hastaya geçen, bir insanın kör birine baktı diye kör olduğu, süt denizinin içinde yüzmeye çalıştığımız beyaz bir felakete sürüklenseydik..
Jose Saramago’nun “Körlük” adlı romanı sanatçı Seda boy’a “….” sergisinde, kör olma durumuna farklı bir bakış açısıyla
yaklaşmasında yol gösterici olmuştur. José Saramago bu romanında körlüğü hem bireysel bir talihsizlik hem de sosyal bir felaketin metaforu olarak kullanır. Yalnızca toplumsal çürümenin değil, en çaresiz anda yeni bir etiğin ortaya çıkışının büyüleyici bir öyküsünü yazmıştır.
Aristo beş duyumuzdan en felsefi olanının görme duyumuz olduğunu söylemiştir. Bilgiye ulaşma gücümüzde en yetkin olan duyumuzdur. İnsan içgüdüsel olarak hem görmeyi hem de bilmeyi arzular. Bilmek, özünde entelektüel görüştür. Platoya göre içgörüye giden yol temelde hayal gücü ve görmeden geçer. “Bilmek”den önce bizi gerçeğe yönlendirecek görüntüleri ve fiziksel şeyleri görmemiz gerekir. Aklımızın gözüyle görmeden önce gözlerimizle görürüz. Yaşamakta olduğumuz postmodern çağda insanın görme yeteneği gün geçtikçe azalmaktadır. Dünya dev bir gösteri haline gelmiştir ve bizler onun açgözlü izleyicileri ve tüketicileriyizdir artık. Sahip olduğumuz şeyleri kaybetmekten korkarız ve kaybetmemek için gerekirse kör bile oluruz.
Saramago’nun hikayesinde bugün yaşadığımız dunyanın geldiği noktanın sebebini tarif eden şey bireylerin ve dolayısıyla toplumun kör oluşudur. Kaostan çıkış ve yeniden özgürleşme bireylerin gözlerini açmasıyla başlar. Seda Boy çalışmalarında günlük akışta kendimize odaklı yaşarken, bakmadığımız şeylere bakıp onları görünür hale getirmek istemiştir.Ssanatçının karışık teknik ile ürettiği toplam 17 parçadan oluşan enstalasyonunda, soyutlanmış göz formları ve fotoğraflar yer almaktadır.
Seda Boy’un enstalasyonlarında anatomik bütünlüğüne en yakın formlarda soyutlanmış olan gözlerin mercek etkisinden faydalanarak, sanatçının fotoğraflarına yakından bakma olanağı buluruz. Saramago’nun kahramanlarında da gördğümüz gibi insan her koşulda sığınağı olan evine ulaşmak ve kendini dışarıdan izole etmek arzusundadır. Seda Boy’un fotoğraflarında mekanı dışarıyla ilişkilendiren, şeylere yaklaştırıp uzaklaştıran kimi zaman da şeylerden koruyan pencereler sıkça yer alır. Pencereye sırtını dönen bedenler, ulaşılmaz olduğu halde demirlenmiş olan pencereler, terkedilmiş mekan ya da yalnızlaşalan insanın yok oluşunu anlatırlar izleyiciye. Bir başka fotoğrafta günlük karmaşada bir şeylere yetişmeye çalışan ve bu koşuşturmacada kendine kapanıp, çevresinden kopan insan kalabalığını görürüz. Geldikleri ve gittikleri yer belirsizdir ve bunun tedirginliği bize yansır.
Jose Saramago’nun ifadesiyle “Bizim kendi ölçeğimizde gerçekleştirebileceğimiz tek mucize yaşamayı sürdürmektir. Kırılgan yaşamımızı tüm kırılganlığı ile korumaktır. Yaşamın kendisi de bir kör gibi ne yöne gideceğini belki bilmiyordur, bize aklını bağışladıktan sonra kendini bizim ellerimize teslim etmiştir.” Yaşamın devamlılığı için mücadele gerekir ve mücadele de bakıp görmekle başlar. Sanatçının gözü, dünyayı görür, ve dünyada tablo olmak için eksik olanı, tabloda kendisi olmak için eksik olanı ve palette tablonun beklediği rengi, ve bitirildiğinde, bütün bu eksikliklere yanıt veren tabloyu görür. Durmadan değişen doğanın işaretlerini okuma becerisi ile sanat, hayal gücünün iktidarını hatırlatarak, kapatıldığımız göstergeler imparatorluğunda bu illüzyondan kurtulmak için bir fırsat sunmaktadır bize.