Nadide Akdeniz Şeylerin Kendinde Yaşamı

11/05/2023 - 24/06/2023

Labirent Sanat

Labirent Sanat, 11 Mayıs – 24 Haziran 2023 tarihleri arasında, Nadide Akdeniz’in “Şeylerin kendinde yaşamı” isimli kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.

Duyular çok daha fazla uyarılabilir haldedir… birbirinden çok farklı ve hiç olmadığı kadar büyük bir izlenimler bolluğu -yemeklerin, edebiyatların, gazetelerin, biçimlerin, zevklerin, hatta manzaraların kozmopolitliği. Dışarıdan akan bu etkilerin temposu prestissimo (en hızlı), izlenimler karşılıklı olarak birbirlerini siliyor; içgüdüsel olarak bir şeyi içimize almaya, derinliklerimize kadar indirmeye, sindirmeye karşı direniyoruz- bunun sonucu, sindirimin zayıflamasıdır. İzlenimler içinde boğulmaya bir tür uyum gösteriyoruz: İnsan eylemeyi unutuyor; artık yalnızca dışarıdan gelen uyarılara tepki veriyor.[1]

Nietzsche’nin beslenme ve sindirim mecazı perspektifinde kapitalist modernleşmeyle ilgili eleştirel düşünceleri günümüzde de geçerliliğini güçlenerek korumakta. Başta mutluluk olmak üzere arzu duyulan her şey tüketim toplumunun nesneler dünyası tarafından formüle edilmiştir. Eskiden nesneler onlara sahip olan insanlarla ve sahipleri arasında kurulan bir özdeşlikle varken bugün baktığımızda nesnelerin de durumu belirleyebildiğini görürüz. Durumu belirleyen, ticari nesneler, markalar, gündelik hayat içinde var olan her şeydir aslında. Bizler hem şeylere bel bağlama anlamında hem de bel bağladığımız bu şeylerin koşullarına tabi olarak, fiziksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak şeylere bağımlıyızdır. Toplumsal ve bireysel anlamda insanlık, gelişme yetilerini sınırlayan çeşitli bağımlı olma hallerine dahil olurlar.

Günlük hayatta şeylere mekânsal ve zamansal açıdan bağlanmışlığı unutmamız önemli midir? Değildir belki; ama sorgulamadan kullanmayı yeğlediğimiz ürünlerin büyük bir kısmının üretiminin veya fildişi ticareti yüzünden fil neslinin yok edilmesinin ardında yatan, yasadışı üretim alanlarındaki kötü çalışma koşullarını ve emek istismarı ilişkilerini kısa süre önce fark edebildik. Şeylere duyduğumuz bu aşırı ilginin uzağımızda kalan etkileri, dikkatimizi giderek daha fazla çekiyor.[2]

Evrende, bağlantısız ve müstakil yerel bir varoluş için hiçbir imkan yoktur. Etrafımızı saran şeyler, kendi varlığımızda dahil olmak üzere her şey birbiriyle ilişki halindedir, yalıtılmış değildir. Şeylikleri, bağlantılarında ve başka formlara akışlarında yatar. Maddenin, enerjinin ve bilginin sürekli akışı içinde mevcudiyet oluştururlar. Bu yönüyle şey, mevcudiyeti olan kendiliktir. Şeyler bizim evren ve yeryüzündeki yerimizi düşünmemize neden olur. Nesneler, var olmanın, yerkürenin ve toplumun ne olduğu hakkında bazı temel fikirleri etkileyen bir şeyi bize dayatıyor gibidir.

Bir şey sadece, ne olduğu ile nasıl göründüğü arasındaki yarıktır. Kant bu yarığa yağmur damları üzerinden bir örnek verir: Yağmur damlalarını başınızda, yüzünüzde hissedebilirsiniz -ancak gerçek (actual) yağmur damlalarını kendinde (in itself) algılayamazsınız.[3] Şeyler kendileridir ancak onları doğrudan işaret edemeyiz. Ya da tek tek gördüğüm, deneyimlediğim, ilişkiye girdiğim ağaçlar ile (fenomen), ağaç kavramının özü (noumen) arasında bir fark vardır. Çünkü görünüşler öze göre değişken şeylerdir. Gördüğüm ağaç zaman içinde çürüyüp, toprağa karışabilir buna karşın ağaç kavramı dediğimizde uzay ve zaman üstü, kendisini değiştirmeden koruyan, mutlak bir şeyden söz ederiz. Kant bir şeyin kendisinde ne olduğunun bilinemeyeceğini söyler. Bir masaya baktığımızda onun kendisinde ne olduğunu değil, onun belirişini tutan deneyim aracılığıyla aklın süzgecinden geçmiş yargı yetisinin dışarı aktardığı şeyi biliyoruz. Leroi-Gourhan, insanbilim çalışmalarında, sözde görünüşün “nesnelerin kabuğu”, yani aynı nesnenin derin ve kültürel tarafıyla onun habitatı, yani insanbilimsel ortamı arasındaki sınırlandırma, ama aynı zamanda ve daha çok temas yüzeyinden başka bir şey olmadığını ifade eder.[4]

Gerhard Richter 11 Ekim 1963’te Konrad Lueg ile bir evin bütün döşemelerini, mobilyaların mekânsal konumlarını koruyarak, kaideler üzerine yerleştirerek bir happening gerçekleştirir. Kapitalist gerçekçilik olarak tanımladığı kuramından doğan, günlük yaşamımızda bizi çevreleyen en sıradan kullanım nesnelerini kullanarak gerçekleştirdiği bu işiyle, maddeyi bir anlamda, bağlamından kopararak düşünceye dönüştürmüş olur.

“Şeylerin Kendinde Yaşamı” isimli sergisinde Nadide Akdeniz, gündelik yaşamda kullandığımız eşyaların bulunduğu odaları, sahibi ve kullanıcılarının yokluğunda, kendi yalnızlıkları içinde resmeder. Bu ıssızlık içinde odanın belli bir noktasına yığılmış, öbeklenmiş sıradan kullanım nesneleri, ehlileştirilmiş bitkiler “olağan içi” olmalarına rağmen, ıssızlığın vermiş olduğu tekinsiz duyguyla fantastik bir yaşam kazanırlar. Nadide Akdeniz insanın konumunun silikleştiği, şeylerin adeta tamamlayanı olduğu, nesne odaklı dünyayı siyah beyaz bir kurgu içinde tasvir eder. Biz eşyalardaki izlerden, yıpranmışlıktan, masanın üzerine az önce bırakılmış bir kek ya da meyve tabağından, bitkilerin canlılığından az sonra kadraja girecek mekanın “asıl” sahibinin varlığını duyumsarız. İnsanı merkeze almadan, sadece varlığını hissettirerek yaptığı resimlerinde, mekan içinde günlük hayatın koşuşturmacasında fon ya da çerçeve gibi algıladığımız, silikleşen şeylerin, kendinde yaşamına kulak vermemize imkan tanır. Hatta daha da ileri giderek, izleyeni odanın köşesinde duran koltuğa gömülerek tefekküre dalmaya davet eder.

Nadide Akdeniz’in iç ve dış mekan resimlerinde; gerçek ve kurgu, görünür ve gizil, nesne ve özne, yapay ve doğal, maskulen ve feminen, kapalılık ve açıklık, noumen ve fenomen, ölüm ve yaşam gibi ikiliklerin yarattığı, ilk bakışta fark edilemeyen ama karşısında zaman geçirdikçe şiddetlenen bir gerilim hissedilir. Bitkilerin ardında durağan denizi izleyen figür bize huzurlu bir ortam gibi sunulurken, detaylara inildikçe fark edilen kamera tüm maddiliğiyle duygularımızı bulandırır ve bizi bir dizi sorgulamanın içine çeker. Başka bir resimde büyük bir kısmı kadrajın dışında kalan helikopter sessizliği yırtarcasına kendini gösterir. Nadide Akdeniz,  konu seçimleriyle yarattığı ikircikli duygu durumu, bakışın resmedilen şeye hiçbir zaman tümüyle hakim olmasına izin vermediği, kadraj tercihleriyle kuvvetlendirir. Çerçevenin dışında kalan, her zaman sizin hayal gücünüzü kullanma maharetinize bırakılmış bir armağan mı, yoksa fenomen ile şey arasındaki Kant yarığının bir başka teyidi mi?

Nadide Akdeniz’in “Şeylerin Kendinde Yaşamı” isimli ağırlıklı karakalem resimlerinden oluşan kişisel sergisini 24 Haziran tarihine kadar Labirent Sanat’ta görebilirsiniz.

-

[1] Friedrich Nietzche, “Güç İstenci”, Çev. Sedat Umran, İstanbul: Birey, 2002, s.72.

[2] Ian Hodder, “Dolanıklık: İnsanlar ile Şeyler Arasındaki İlişkilerin Arkeolojisi”, Çev. Billur C. Yılmazyiğit, İstanbul: Alfa, 2018, ss. 22-23.

[3] Immanuel Kant, “Pratik Aklın Eleştirisi”, Çev. Oruç Arıoba, Mete Tunçay, İstanbul: Türkiye Felsefe Kurumu, 1999.

[4] Ernesto L. Francalanci, “Nesnelerin Estetiği”, Çev. Durdu Kundakçı, Ankara: Dost, 2012, s. 15.

Sitemize giriş yaparak kişisel verileriniz, site kullanımınızı analiz etmek, sosyal medya özellikleri ve reklamları kişiselleştirmek amacıyla çerezler aracılığıyla işlenmektedir. Detaylı bilgi için Çerez Politikası Metni’ni okuyabilirsiniz. Anladım butonuna tıklayarak açık rıza beyanında bulunmuş olursunuz.